Bir Dilekle Başladı Her Şey / Debbie Macomber

12:21 orta boy popcorn 2 Comments

 
    -KÜNYE-
Yayınevi: Martı Yayınları
Yazar: Debbie Macomber
Çevirmen: Ozan Aydın
Orjinal Ad: Twenty Wishes
Sayfa Sayısı: 463
En sevdiğim cümle: İsteyince, her sorunun bir çözümü olduğunu anlıyor insan..
                                                         
Dilekler, içtenlikle istenince gerçekleşen hayallerdir... Hayata yeniden tutunmak için önünde yirmi dilek duruyordu... Kâğıda döktüğü yirmi hayal... Acı çekmektense geleceğe umutla bakmasını sağlayacak yirmi ihtimal...

Artık bir sonraki güne güzel duygularla başlamak için hazırdı, çünkü gerçekleştirmesi gereken hayalleri vardı. Çünkü hayat her şeye rağmen yaşamaya değerdi... Hayatınızda çok isteyip de gerçekleştiremediğiniz şeyler mi var? O halde hemen kâğıdınızı kaleminizi alın ve dilek listenizi hazırlamaya başlayın...

                                                     
Eveeet. Seriden devam ediyorum. Aslında bu seriye biraz ara vermeyi planlıyordum, diğer biriken kitapları okuyacaktım bir süre. Ama dayanamadım. Malesef bir seriye başladığımda, onu bitirene kadar okumak gibi garip huyum var. "Blossom Sokağı" serisi, şu an 7-8 kitabı olan ama hala da devam edecek gibi gözüken bir seri.. Bende en son "Yeni Başlangıçlar Mevsimi" kitabı var. Onu da okuduktan sonra, seriye devam etmeden mutlaka ara vereceğim ama. Gerçekten biraz sıkabiliyor aynı tür kitapları üst üste okumak..

Neyse, kitapla ilgili yorumuma geçeyim artık. Kitaba bayıldım! Çok beğendim, hatta seride en keyifle okuduğum kitap oldu belki de. Çok akıcı, saran ve mutlu eden bir kitap. Öyle çok merak edeceğiniz bir durum yok konu itibariyle ama hiç sıkılmadan okuyacağınızı söyleyebilirim. Serinin kitapları birçok kitaba göre kalın gibi gözükse de, genel olarak çabuk okunabilen kitaplar. Üçüncü ve dördüncü kitaplarda biraz sıkılmıştım, zor bitmişlerdi ama diğerleri tam tersiydi.

Kitabımızda dört ana karakter var. Anne Marie, Barbie, Lillie ve Elise. Barbie, Lillie'nin kızı bu arada. Bu dört karakter de hayatta zorlu günler geçirmiş ve gelecekten korkan karakterler. Anne Marie'nin kocası ölmüş. Ve zaten çocuğu olan biriyle evlendiği için, kendi çocuğuna da çok istemesine rağmen sahip olamamış. Barbie ve Lillie de eşlerini bir uçak kazasında aynı gün kaybetmişler ve hayatları yerle bir olmuş. Barbie'nin çok güzel bir evliliği varmış ama Lillie kocasının kaçamaklarına sürekli göz yumuyormuş. Son karakterimiz Elise'i ise, serinin önceki kitaplarından hatırlayacaksınızdır okuduysanız. Benim hikayesini ve aşkını çok sevdiğim bir karakterdi. Onun hakkında öğrendiğimiz çok üzücü bir olay ile başlıyor onun da bu kitaptaki hikayesi. Gerçekten çok ama çok üzüldüğüm bir olay. Bu dört kadın, arkadaş oluyor ve bir Sevgililer Günü'nde toplanıyor. O günü yalnız geçirmek istemiyorlar. Ve sohbetleri sırasında, Anne Marie ortaya bir "dilek" fikri atıyor. O zamana dek isteyip de yapamadıkları veya hiç olmayacaklarını düşündükleri şeyleri düşünüyorlar ve bir liste hazırlamaya karar veriyorlar. Herkes çok hevesli. Geleceğe umutla bakmalarını sağlayacak ve kendilerine bir amaç edinecekleri bir liste. Yirmi dilek ile başlıyorlar ve kitap boyunca herkesin dileklerini, bu dilekleri gerçekleştirip gerçekleştiremediklerini ve hayatlarını okuyoruz. Ayrıca; Ellen adlı karakter daha var. Ellen ilkokula gidiyor ve anneannesi ile kalıyor. Çok şey atlatmış bir kız ve Anne Marie, Elise'in tavsiyesi ile onunla yemek arkadaşı oluyor. Ve belki de hiç düşünmediği bir yola giriyor bununla..

Kitaptaki aşk hikayeleri yine çok güzel, insanın içini ısıtacak cinsten. Samimiyet zirve noktasında. Zaten yazarın çok sıcak ve doğal bir dili var bana kalırsa, insan bu kitapları okurken sanki o sokakta yaşıyormuş gibi oluyor. Sanki ben de "Bir Yumak Mutluluk"a gidip yün alacakmışım gibi. En azından bende böyle oluyor. Bu kitaptaki en ilginç aşk hikayesi, Barbie&Mark'a aitti bence. Spoiler vermek istemediğim için ayrıntıya girmiyorum ama kitaplarda çok nadir rastladığımız bir çifte yer vermiş yazar. Barbie'nin o duruma rağmen gösterdiği tavırları ve inatçılığı çok hoşuma gitti. Aynı durumda olsam ben ne yapardım diye düşündüm.. Diğer karakterlerin hikayeleri de gayet ilgi çekici. Dilek listeleri hepsinin hayata tutunmasını sağlıyor. İçlerinde çok uçuk dilekleri olanlar dahi var. Kovboy çizmesi almak, oryantal dans öğrenmek, yağmurda çıplak ayakla dans etmek gibi. Ki karakterlerin yaşları 30+. :)

Yaşa girmişken, bu kitap insana kaç yaşında olursa olsun yaşamaktan ve mutlu olmaktan vazgeçmemesi gerektiğini de aşılıyor bence. Malesef çevremizde de birçok kişi belli bir yaştan sonra monoton bir hayata geçiyor. "Aman, bu yaştan sonra ne olacak?" diyor vs.. Oysa bu çok yanlış bir davranış. İnsanın ruhu en önemlisi ve istediklerinin peşinde koşmaktan hiç vazgeçmemeli. Umarım, ben de ileride böyle olurum.

Çok uzatılmış bir yazının sonuna gelirsem, herkese rahatlıkla tavsiye edebileceğim bir kitap! Serinin önceki kitaplarında sıkıldıysanız bile, vazgeçmeyin. Özellikle ülkemizin son günlerdeki durumunu düşünürsek, herkese nefes aldırabilecek bir kitap. Böyle kitapları bu açıdan çok seviyorum. İnsanı dinlendiren, umut aşılayan, mutlu eden ve hayatın zorluklarını unutturan kitaplar. Sanki her şey kitaptaki gibiymiş gibi ve her şey daha iyi olacakmış gibi. Debbie Macomber, bu konuda bir numaralı yazardır kesinlikle. Okuyanların yorumlarını bekliyorum, bir sonraki kitap olan "Yeni Başlangıçlar Mevsimi"ne de başlıyorum. Hepimiz için çok güzel bir hafta olsun. Havalar soğuyacakmış yine ama bizim içimiz hiç soğumasın! Keyifli okumalar! :))

2 yorum:

Pazar Dinlemesi

11:49 orta boy popcorn 0 Comments

Herkese İyi Pazarlar!  Son yaşadığımız olaylardan sonra bu ne kadar mümkünse tabi.. Ama biz yine de kendimizi enerjik tutalım, tutabildiğimiz kadar. Birkaç gündür İzmir'de güneş açtı! Ve güneş demek ben demek. :) Anında modum yükseliyor, içim kıpır kıpır oluyor. Güneşli havalara, yaza, sıcağa bayılıyorum! 

Bu enerjik ruh halime tam uyacak bir şarkı seçtim bu hafta. Başlarda pek sevmemiştim, sürekli aynı sözlerin tekrarlandığı sıkıcı bir şarkı gibi gelmişti ama dinledikçe daha çok sevdim. İnsanın dans edesi geliyor dinlerken. Bir şarkıyı sonradan sevmek, benim tipik özelliğim zaten. Bu yaz da bolca dinleriz bence bu şarkıyı.

Umarım, siz de benim gibi keyifle dinlersiniz! Birkaç dakika olsun sıkıntılarımızı unutmak, iyi geliyor. Yeni haftada yeni kitap-yazar yorumlarımla burada olacağım. Yazacağımı söylediğim ama yazamadığım Şubat ayının klasiğini de yazacağım.. Yeni haftaya mutlu girmeniz dileğimle! :)


0 yorum:

Ayın Klasiği / Babalar ve Oğullar-Ivan Turgenyev

16:08 orta boy popcorn 0 Comments


Bir "Ayın Klasiği" yazısıyla daha karşınızdayım. :) Şubat ayını malesef atlamak zorunda kaldım, babaannemin durumu sebebiyle blogdan uzak kalmıştım biliyorsunuz. O yüzden Mart ayı bitmeden iki "Ayın Klasiği" yazısı yayınlamayı planlıyorum. Şubat ayında yazamadığım yazıyı da eklemiş olacağım böylece. Bu yazıları yazarken en çok, "Hangi klasiği anlatsam?" diye düşünüyorum. Çünkü, klasiklerin hepsini okumadım ve okumadığım bir kitap hakkında bir şey diyemem haliyle. Bir de, okuduklarımın da çoğunu unuttum açıkçası. Genelde orta sınıf veya lisenin ilk senelerinde okuduğum için çoğu şey aklımdan çıkmış. Bir ara tekrar okumayı planlıyorum. Yine de hisler unutulmazmış ya, ben de beğendiğimi hatırladığım klasikleri seçiyorum. Bu ayın ilk klasiği olarak pek popüler olmayan ama önemli bir klasiği seçtim: Babalar ve Oğullar.

Klasiklerin genel uzunluklarına baktığımızda,"Babalar ve Oğullar"ın daha kısa olduğunu söyleyebilirim. Bu da okunmasını kolaylaştırıyor, akıcılık da fena değil. Her klasik gibi, betimlemeler fazlaca mevcut tabi. Hatta bazen insanı sıkacak boyuta gelebiliyor bu durum. Ama klasikleri okuyorsak, bunu göze alıyoruz hepimiz ve bazı klasiklerdeki betimlemeler sıkıcı değil de gerçekten hikayeyi yansıtıcı olabiliyor.(Ör:Suç ve Ceza) Her zaman söylediğim gibi; klasikleri alacaksanız, çok kısa bir basımı almayın derim. Çok fazla seçenek var piyasada ama ince olup hemen bitsin diye kısacık basımları alırsanız, hikayeyi tam olarak anlamama sorunu olabilir. Ki "Babalar ve Oğullar" zaten fazla uzun bir klasik değil.

Eser, iki Rus olan baba ve oğul arasındaki fikir çatışmalarını anlatıyor. Bunu yaparken, döneme de ışık tutuyor ve kuşaklar arası farklara da değinmiş oluyor. Özellikle Bazarov'un düşüncelerinin, ilk Bolşevik düşüncelerini temsil ettiği görülebilir. Tabi ki bunu anlatırken, romantik öğeleri de unutmamış yazar. Aşk da mevcut kitapta ama fazla ön planda değil. Romanın, Batı dünyasında da kabul gören ilk klasiklerden olduğu söylenir. Bu da, ayrı bir önem katıyor esere ve yazara. Kitapta ve yazarın düşüncelerinde, "Nihilizm" çok ön plana çıkmaktadır. Bu konuda birçok kişiden ayrılır ve eleştiri alır Turgenyev.

Ayrıntıları hiç mi hiç hatırlamıyorum, yalan söylemeyeceğim. Ama kitabın beni sıkmadığını ve beğendiğimi net olarak hatırlıyorum. Çeviri de güzeldi okuduğum basımında. İnsanı boğan klasiklerden değil kesinlikle. Fazla uzun olmamasını da göze alırsak, mutlaka herkese okumasını öneriyorum. Her ne kadar diğer tarz kitaplar insanı bambaşka diyarlara sürüklese de, klasikler de her zaman vazgeçilmezdir ve okunmalıdır bence. Rus edebiyatının en önemli eserlerinden biri kitap ayrıca.


Yazar Turgenyev'den de biraz bahsedecek olursam, soylu bir aileden geldiğini ama ailesinin daha sonra yoksul düştüğünü belirteyim. Ayrıca, annesi çok katı bir insanmış ve köleleri cezalandırırmış. Bu da yazarın düşüncelerinin şekillenmesinde çok etkili olmuş. Ivan Turgenyev, özel okullarda iyi bir eğitim görmüş ve birçok dil öğrenmiş. Felsefe eğitimi almış. "Gerçekçilik" üzerinde yoğunlaşan bir yazar. Ayrıca, Gogol'un ölümü üzerine bir yazı yazdığını ve sansür sebebiyle tutuklanarak kısa süre hapis yattığını söyleyeyim.

Sonuç olarak, herkese tavsiye edebileceğim bir klasik. Gayet anlaşılır ve insanı boğmuyor. Sıkıcılık konusunu ise, okumadan bilemezsiniz. Siz de okuduysanız, yorumlarınızı bekliyorum. Veya varsa, klasik önerilerinizi. Birkaç gün içinde, Şubat ayında atladığım klasiği de yazacağım. Umarım güzel bir yazı olmuştur, keyifli okumalar! :)

0 yorum:

Bu aralar neler dinliyorum? #1

17:17 orta boy popcorn 0 Comments

Selaaaaam! :) Müzik ile ilgili uzun zamandır bir yazı paylaşmadığımı fark ettim. Bu, bence çok büyük bir eksiklik. Çünkü, müzik benim için nefes almak gibi bir şey. Müzik dinlemediğim gün yok, ruh halimi anında değiştirebiliyor birçok şarkı. "Müziksiz asla!" yani. :) Ayrıca, internetten veya yarışmalardan dinleyerek yeni isimler keşfetmeye de bayılıyorum. Bundan sonra daha sık yazmaya çalışacağım bu konuda.



Bugün, bu aralar en çok dinlediğim altı şarkıyı paylaşmak istedim. "Neden beş değil de altı?" derseniz, beş şarkı seçemediğimden altı olsun dedim. Ayrıca, herkes beş yapıyor. :) Eğer unutmazsam, bunu düzenli olarak yapmayı planlıyorum. Bir hafta belki az bir süre ama iki haftada bir falan yazabilirim. Ayrıca, severek dinlediğim isimleri de tanıtmak istiyorum size. Onu ne sıklıkla yaparım bilmiyorum ama aklıma geldikçe, özellikle de çok ön planda olmayan isimleri yazmayı planlıyorum. Tavsiye niteliğinde tabi. Yoksa müzik otoritesi falan olduğum yok. :) Her sanatçının özgeçmişini de ezbere bilmiyorum haliyle! :)

Bakalım bu aralar, özellikle geçtiğimiz hafta en çok kimleri dinlemişim?



1) Lea Michele / Battlefield: Glee'nin yıldızı Lea Michele'in beklenen albümü "Louder", geçtiğimiz haftalarda yayınlandı. Gerçekten çok güçlü ve güzel bir sesi var bence Lea'nın. Albümü de çok beğendim. Neredeyse bütün şarkılar, sıkılmadan dinlenebiliyor. Ayrıca, şarkıların sözleri de çok anlamlı genel olarak. Bu şarkı da, hem vokal olarak çok ön plana çıktığı bir şarkı hem de gerçekten insanı başka diyarlara götürüyor dinlerken. Tek albüm için albüm yazısı yazmadım. Ama favorilerimi söyleyeyim: Battlefield, Burn With You (Bu şarkının sözleri mükemmel özellikle), If You Say So(Ölen sevgilisi Cory ile son konuşmasını yazmış Lea.) ve Cannonball.



2) Lucy Hale / You Sound Good To Me: Yine bir dizi yıldızı! Lucy Hale, aslında şarkı söyleyerek başlamış kariyerine ama Pretty Little Liars ile birlikte, tamamen farklı bir alana yönelmiş. Uzun süredir istediği albüm işine de, geçen yıl başlamış doğru düzgün. Yakında onun da albümünü dinleyeceğiz. :) Çıkış parçasına ben bayıldım! Gerçekten kendine özgü ve güzel bir ses tonu var Lucy'nin. Melodik, akılda kalıcı bir şarkı. Klibi de çok hoşuma gitti. Bu soğuk günlerde içimizi ısıtıyor. "Country" tarzını çok yakıştırdım ben Lucy'e ve sesine. Ki çok sevdiğim bir tür zaten. Bir dinlemekte yarar var. :) Bu arada, şarkı İtunes'a gelmedi nedense! Kınıyorum buna sebep olanları! Nedenini bilmiyorum ama şarkıyı kaliteli bir şekilde dinlemek bizim de hakkımız yani!



3) Imagine Dragons / It's Time: Imagine Dragons, geçtiğimiz yıla damgasını vurdu desem abartmış olmam! Benim de aşık olduğum, bayılarak dinlediğim bir grup oldu. Yeni bir soluk getirdiler müzik dünyasına. Ve hak ettikleri değeri de tam olarak görmüyorlar bence. Özellikle solist Dan Reynolds'ın ses tonu çok farklı. Görüntüsü ise, biraz Chris Martin'i hatırlatıyor bana. :) Birçok kişi onları "Radioactive" ile tanıyor ve buna ben de dahilim. Ama daha sonra bütün albümlerini dinleyince, Demons gibi It's Time gibi şarkılara daha fazla aşık oldum. Özellikle It's Time, bu ara dilimden düşmüyor. Çok melodik ve insana enerji aşılayan bir şarkı olmuş. Bu albüm daha çok su götürür kısacası. :) Bu arada, grubun canlı performansları tek kelime ile MUHTEŞEM! Mutlaka youtube'dan birkaçına göz atın diyorum. Kendilerini kaybediyorlar sahnede, çok enerjikler ve izleyiciyi de coşturmasını biliyorlar. Bir de ufak bir bilgi vereyim. Albümdeki "On Top of the world" şarkısı, Fifa oyununun resmi şarkısıymış. Sonradan öğrendim ben de ama bu sayede hatırlayanlar olacaktır.



4) Avicii / Addicted to You: Avicii de Imagine Dragons gibi, geçtiğimiz yıla damgasını vuran bir isim ve bu sene de vurmaya devam edecek gibi. Çok çok beğeniyorum! İsveçli bir DJ kendisi ve henüz oldukça genç iken, bu kadar başarılı olması takdire değer. "Wake me up", neredeyse bıktıracak kadar çok çaldı radyolarda ve cafelerde. Ama ben en çok "Hey Brother" şarkısını seviyorum. Dinlemelere doyamıyorum o şarkıyı! Son çıkan "Addicted to you" da gerçekten çok iyi. Kızın sesi çok güzel özellikle. Bu ara en sık dinlediklerimden.



5) Ayşe Özyılmazel / Nefis: Bir tane de olsa Türkçe bir şarkı ekleyeyim dedim. Normalde yerli parçaları da dinlerim, öyle "Asla dinlemem." gibi bir düşüncem hiç olmadı. Ama bu aralar, daha az dinlediğim bir gerçek. Yine de Ayşe Özyılmazel'in yeni albüm öncesi çıkardığı bu single'ı çok sevdim! Kim ne derse desin, ben bu kadının şarkılarını seviyorum. Sözlerini beğeniyorum. Özellikle hareketli şarkılarında, kıpır kıpır oluyorum. :) Yine insanın kanını kaynatan, melodik ve eğlenceli bir şarkı çıkmış ortaya. Klibi de çok ilgi çekici; malum, direk dansı yapıyor Ayşe. Bugüne dek dinlemediyseniz, bir şans verin bence.



6) Christina Perri / Human: Christina Perri'ye bayılıyorum! Eğer hala bu muhteşem sesli kadını dinlemediyseniz, çok şey kaçırıyorsunuz bence. Hemen video'ya tıklamanızı öneriyorum. :) İnsana huzur veren, çok güçlü ve güzel bir sesi var. Şarkılarını dinlerken, hayallere dalıyorsunuz. Uzun süreli sessizliğini yeni albüm haberi ve "Human" ile bozdu. Albümden çıkan diğer iki şarkı; "I Don't Wanna Break"(Girls dizisinin soundtrackinde de bulunuyor.) ve "I Believe" de çok güzel şarkılar bence. Bu arada; sanatçıyı bilmeyenler belki şuradan hatırlayacaklardır. "The Twilight Saga: Breaking Dawn Part 2" filminde bayıldığımız "A Thousand Years" şarkısı da kendisinin. :) "Jar of Hearts" da diğer bilinen bir parçası ve bence en iyisi! Kısacası, mutlaka kulak verilmesi gereken bir isim diye düşünüyorum. Pişman olmazsınız. :)

Evet, ben bu ara en çok bu şarkıları dinliyorum. Siz neler dinliyorsunuz? Bu şarkılardan favoriniz hangisi ya da? Önerilere her zaman açığım tabi ki, hele de müzikle ilgiliyse. :) Hepinize mutlu dinlemeler! :)

Not: Anketlere katılmayı unutmayın lütfen! :)

0 yorum:

Pazar Dinlemesi

15:31 orta boy popcorn 0 Comments

Hepinize iyi Pazarlar! Dün gece kuzenimin kına gecesi vardı. Bu yüzden, ben biraz yorgun bir Pazar geçiriyorum ama mutluyum. :) Uzun süre sonra yavaş yavaş normale dönüyormuş gibiyim.. Neyse..
Aslında daha erken saatlerde paylaşmam gerek "Pazar Dinlemesi" yazılarını ama Pazar olunca, geç kalkılıyor ve kahvaltı vs.. derken ancak yazabiliyorum tabi..

Bu hafta biraz eskilerden iki şarkı seçtim.. "Kadınlar Günü" idi dün, biliyorsunuz. Öncelikle, tüm kadınların gününü geç de olsa kutluyorum ve "İyi ki varız!" diyorum. Dünyayı renklendiriyoruz hep birlikte bence. Ve bir gün değil, her günü kendi mutluluğumuz için yaşamalıyız diye düşünüyorum. :) Dünün anlam ve önemi sebebiyle, "Kadınların Marşı" diyebileceğimiz iki şarkı paylaşıyorum. Özellikle ilk şarkıya bayılıyorum! Hiçbir zaman dinlemekten bıkmayacağım. :) Ama, bu özel gün için hangisini seçeceğimi bilemediğimden, ikisini de paylaşayım dedim bu hafta. Hepinize keyifli dinlemeler ve iyi haftalar dilerim şimdiden! :))

Not: Lütfen anketlere oy vermeyi unutmayın! 


0 yorum:

2013'ten geride kalanlar...

19:57 orta boy popcorn 0 Comments

Merhaba! 2013'ü, iki gün önceki Oscar Töreni sonucu resmi olarak kapattık. Tabi sinema anlamında. :) Bence, sinema adına çok verimli bir yıl oldu. Birçok kaliteli yapım izledik veya merak ettiğimiz serilerin devam filmlerini gördük. 2014 için de böyle bir yıl diliyorum şimdiden. Özellikle de süper kahraman filmleri bakımından bu yıldan daha da iyi bir yıl bizi bekliyor diyebiliriz.. Sırf "Avengers 2" bile, heyecanlanmama yetiyor. Malum, işin ucunda Tony Stark'ı tekrar görmek var. :)

Birkaç zamandır fazla film izleyememiştim malum sebepten.. Ama yine de izlediğim ve yazamadığım filmlerden bahsedeceğim bu yazımda. Tabi bir kısmından.. Hepsini tek bir yazıya sığdırmak çok uzun olabilir. Bölmek en iyisi.


1) RUSH : Bu yılın kesinlikle en iyilerindendi bence! İlk beşi zorlar yani, o derece. Akademi tarafından daha fazla takdir görmeliydi diye düşünüyorum. Filmin ödüllerden yana yüzü çok gülmese de, izleyen çoğu kişinin gönlünde taht kurdu diyebilirim. Gerçekten çok kaliteli bir film ortaya çıkarmış yönetmenimiz Ron Howard. Spor ile ilgili pek film yapılmıyor nedense, hele de F1 ile ilgili film bulmak imkansıza yakın. Benim de izlediğim ilk F1 filmiydi ve sıkı bir F1 fanatiği olmamama rağmen, o adrenalin ve tutkuyu hissettim filmi izlerken. Tanımayanlar için; "Melekler ve Şeytanlar", "Da Vinci Şifresi", Frost/Nixon ve "Akıl Oyunları" gibi birçok kaliteli filmin yönetmenliğini de yaptığını söyleyeyim Howard'ın. Filmin bu kadar etkilemesinin en büyük sebebi, gerçek bir hikayeye dayanması diye düşünüyorum. İzlediklerinizin gerçek olduğunu bilince, farklı bir gözle bakıyorsunuz filme ve olanlara. İki büyük pilotun arasındaki kıyasıya rekabeti konu alıyor Rush. Bu rekabetin bu kadar iyi hissedilmesinde, iki oyuncunun da rolü büyük. Thor'un yıldızı Chris Hemsworth, kariyerinin en iyi işini çıkarmış ve beni şaşırttı açıkçası. Ama benim için filmin esas yıldızı, Daniel Brühl! Gerçek anlamda muhteşem oynadığını ve Niki Lauda olup çıktığını düşünüyorum. Mimikleri vs.. çok iyiydi. Bu kadar üzülmemde etkisi büyük. Filmin en iyi noktalarından biri de, muhteşem ses ve görüntü kalitesi. Yarışlar sırasındaki motor sesleri olsun, yağmurlu havadaki görüntü kalitesi olsun; aksiyonu daha da iyi hissettiriyor. Müziklerin Hans Zimmer'e ait olduğunu söyleyince, ortaya ne kadar iyi bir iş çıkardığını söylememe gerek yok sanırım. :) Belki bu kadar kaliteli yapım olmasaydı, çok rahat Oscar yarışında yer bulabilirdi Rush. Ama olmadı. Yine de, benim unutmayacağım ve çok beğendiğim bir film oldu. F1 ile alakanız olmasa bile, mutlaka izlemenizi tavsiye ederim. Puanım da; 4.8/5


 


2) FROZEN:  Allahım! Bu filmin adı "frozen" ama nasıl içimi ısıttı anlatamam! Tam da kötü ve hüzünlü bir dönemime denk gelmişti ve iki saat boyunca bana tüm dertlerimi unutturdu. Musmutlu çıktım filmden. :) Uzun süredir izlediğim en iyi animasyondu. Disney'in de yaptığı en iyi işlerden biri bence. Chris Buck&Jennifer Lee yönetmenliğinde çekilen film, çoğumuzun bildiği "Karlar Kraliçesi Elsa"nın hikayesini anlatıyor. İki kız kardeş arasındaki bağlılık, çok güzel yansıtılmış filmde. Hele o "Olaf"ı yerimm. :)) Bu filmi bu kadar öne çıkaran baş etken, müzikleri tabi ki. Çünkü film aynı zamanda müzikal tadında. Gerçekten çok güzel şarkılar var ama favorim tahmin edileceği üzere "Let it go" Resmen aşık oldum şarkıya, sıkıldıkça evde bağıra çağıra söylüyorum. :) Oscar'da da boş dönmedi bildiğiniz gibi. Idina Menzel ses tonu ile büyülüyor. Elsa'nın "Let it go"yu söylediği sahne, filmin en iyi sahnesi. Demi Lovato da gayet iyi söylemiş tabi. Özellikle klibi çok hoşuma gitmişti. Merak edenler, tıklayabilir. Film 3D idi ama ben bu konuda pek tatmin olduğumu söyleyemem. Yine de kötü değildi. Onun dışında, filmin görüntüleri çok güzel. Soğuktan nefret eden ben bile, o kar manzaralarına bayıldım! Çok akıcı ve kesinlikle sadece çocuklara yönelik olmayan bir film. Hazır havalar da tekrar buza dönmüşken, alın elinize sıcak çikolatanızı ve "Frozen" izleyerek içinizi ısıtın derim. :) Filme puanım; 4.5/5


















3) AMERİCAN HUSTLE: Ve yılın en çok konuşulan filmlerinden biri! Ülkemizde "Düzenbaz" adıyla vizyona giren filmin yönetmeni, David O. Russell. Son zamanların popüler ve oyuncu parlatan yönetmeni diyebiliriz onun için. Filmlerinde, daha çok karakterlere yöneliyor ve oyuncularının hepsine de Oscar adaylığı kazandırmayı ihmal etmiyor genelde. :) Yönetmenin geçen sene çok konuşulan film "Silver Linings Playbook"un da yönetmeni olduğunu söyleyeyim. Filmin en büyük kozu, oyuncu kadrosu. Christian Bale, Amy Adams, Jennifer Lawrence, Bradley Cooper ve Jeremy Renner gibi birçok ünlü oyuncu var filmde. Bir dolandırıcılık hikayesinin arkasında yatanları ve dolandırıcılarımızın FBI ile işbirliği yapmasını konu alıyor film. Konusu başta benim pek ilgimi çekmemişti ama filmin, sizi hiç sıkmadan kendini izlettirdiğini ve araya eğlenceli öğeler de sıkıştırdığını düşünüyorum. Filmi gayet beğendim, emek harcandığı belli. Hele o kostümler, saçlar neydi öyle. :) Oyuncularımız çok farklı tiplere bürünmüş. Hele Christian Bale'e artık şapka çıkartıyorum, o göbek nedir!! :) Filmde en beğendiğim isim, Amy Adams oldu. Zaten çok fazla seviyorum onu. :) Bu filmde de çok iyi bir oyunculuk ortaya koymuş ama özellikle güzelliğine hayran kaldım tekrar. Bazı yerlerde gözümü ondan alamadım. Christian Bale de diğer başarılı isimdi bence. Jennifer Lawrence'ın abartıldığı kadar iyi olduğunu düşünmüyorum, geçen sene çok daha iyiydi bana kalırsa. Keza Bradley Cooper da. Ama Jeremy Renner, beni olumlu anlamda şaşırttı. Bunun dışında, müzikleri çok beğendim. Filme çok uyan ve sizi eski zamanlara götüren şarkılar seçilmiş. Ama ama ama... :) Filmi beğensem de, biraz abartıldığını düşünüyorum. Çoğu yorumda okuduğum kadar mükemmel bir film izlemedim ben. Daha çok oyuncu performanslarıyla götürüyor sanki işi. Oscar'da sıfır çekeceğini de düşünmezdim tabi! Yine de izleyip kendiniz karar verin, en iyisi. Bence; çok iyi oyunculuklar izleyebileceğiniz, bu kadar adaylığın hatrına izlenebilecek, keyifli bir film olmuş. Ama o kadar. :) Puanım da; 4/5







4) The Wolf of Wall Street: Şimdi bu filme yazacaklarım için, birçok kişi tarafından taşa tutulacağım sanırım. Ki filmin puanı, aldığı yorumlar vs.. düşünüldüğünde; "Ben de mi bir anormallik var?" diye düşünmedim değil. Ama bu yaşıma kadar ilk kez bir filmi yarıda bıraktım! Hiç yapmam ve sevmem bunu normalde ama ne kadar uğraşsam da, dayanamadım! Yok yani, işkence niyetine yapıldığını düşündüm bir ara. :) Başlarda iyi başlamıştı, birkaç güzel espriye gülmüştüm falan ama ikinci yarı cidden çöktü. Filmden beklentim büyüktü. Konusu aşırı ilgimi çekmese de, işin başında Martin Scorsese gibi bir isim vardı sonuçta. Ve son yıllardaki partneri Leo! Benim de bayıldığım Leo! Ki filmi de o götürüyor zaten.. Ama çok büyük hayal kırıklığına uğradım. Aslında filme berbat falan asla diyemem. Çok farklı kamera teknikleri, farklı bir yönetmenlik, çok iyi oyunculuklar ile farklı ve özenli bir film olduğu kesin. Anlatmak istediği şey de belki iyi hoş ama anlatım şeklini hiç mi hiç beğenmedim. Yani sanki filmde senaryo yok da, dön dolaş aynı şeyleri izliyoruz gibi geldi bana. Hep bir şeyler olacak diye bekledim ama hep aynı şeylerle karşılaştım. Ayrıca, İNSAF! Bu kadar uzun olmasına gerek var mıydı bu filmin yani? Hiç akmadı resmen. Benjamin Button'ın rekorunu kırmıştır herhalde. :) Olumsuz özellikleri dışında "Hiç mi bir şeyi beğenmedin?" derseniz, oyunculukları çok beğendim. Leo zaten döktürmüş. Kariyerinin en farklı ama en iyi performansını ortaya koymuş bence. Çok uç bir karakteri çok iyi yansıtmış. BU ADAMIN OSCAR ALDIĞINI GÖRMEYE ÖMRÜM YETECEK Mİ MERAK EDİYORUM. Leo dışında, Jonah Hill de çok iyiydi. Adaylığını sonuna kadar hak ediyor. Ve filmin en çok konuşulan isimlerinden biri de, Margot Robbie idi. Son dönemin parlayan ismi kendisi. Güzelliği ile bu parlamayı kesinlikle hak ediyor bence de ancak iyi de bir oyunculuk sergilediğini düşünüyorum filmde. Ezilmemiş yani Leo'nun karşısında. Ayrıca, filmde kısacık bir rolü olan Matthew McConaughey de çok çok iyiydi bence. Kısacık sahnesinde, tüm ilgiyi üzerine çekmiş. Toparlarsam; kesinlikle berbat bir film demem. Ama bence; oyunculukları dışında ve farklı yönetmenliği dışında çok da bir şey vermeyen bir film oldu bana. ÇOK AMA ÇOK SIKICIYDI. Yine de, birçok kişi bayıldı bu filme. O yüzden, izleyip kendiniz karar verin derim. Scorsese'nin sonraki filmini merakla bekliyoruz her şeye rağmen.. Filme puanım: 3/5  (Oyunculuklar ve kamera adına)




Evet. Bu yazıyı da burada bitiriyorum. Uzun ama güzel bir yazı oldu gibi, elime sağlık! :) Sizler de izlediyseniz bu filmleri, yorumlarınızı bekliyorum. Bakalım aynı mı düşünüyoruz bu filmler hakkında. Önerilere de açığım tabi. :) Bu yazının devamı da çok yakında gelecek. İzleyip, yorum atamadığım birkaç film daha var. Umarım sıkılmadan okursunuz. Herkese sinema dolu günler diliyorum, bir sonraki yazıda görüşürüz! :)

NOT: Anketlerimizi (sol üst ve kırmızı halı) oylamayı unutmayın lütfen! 

0 yorum:

86.OSCAR ÖDÜLLERİ / KIRMIZI HALI

22:12 orta boy popcorn 0 Comments

Merhaba! Aslında bu postu dün yazacaktım ama kuzenimin doğum günü nedeniyle tamamlayamadım. Bugün de ancak yazıp, paylaşabiliyorum. Malum üşengeçliğim sebebiyle. :) Bana kalırsa bu yıl öyle çok "Vay be!" diyeceğimiz bir kıyafet yoktu ya da çok değişik bir tarzda gelip herkesi şaşırtan bir isim yoktu. Son yıllarda yıldızlarımız daha az risk alıyorlar nedense. Ne bir "bayan bacak" Angelina Jolie vardı ne de Lady Gaga her zamanki sıradışılığındaydı. Gerçi, onun Oscar'da ne işi var pek çözemedim ama neysseeee. :) Erkek olmak böyle gecelerde daha da rahatlık zaten! Giy bir smokin, saça bir düzeltme ve hazırsın. Kadınlar kostümleri için kaç elbise deniyordur merak ediyorum. Ayrıca birçok görmek istediğim ismi de göremedim. Aday olmayanların çoğunluğu gelmiyor ama gözlerimiz de bir Natalie Portman'ı bir Scarlett'i falan arıyor yani. Hele George Clooney'siz Oscar mı olur diyorum! :) Ki filmi çok iddialı olmasına rağmen gelmedi. Nicole Kidman'ı ve Kate Winslet'ı da göremiyorum bir süredir. Özlettiler. :) Sonuç olarak; genelde risksiz seçimlerin olduğu, birçok merak edilen ismin olmadığı ama yine de adının heyecanlanmamıza yettiği bir "red carpet" oldu. :)

Tabi ki her ismi paylaşmak çok zor ve uğraştırıcı. O yüzden, benim en beğendiklerimi ve genel olarak en çok konuşulanları paylaşıyorum. Zaten moda ile alakalı yazılar yazsam da, burası bir moda blogu değil ve ben de modaya fazlasıyla hakim biri değilim. Bu sebeple, herkesi paylaşmam ya da rujunun markasına kadar her detayı bilmem de biraz gereksiz bence. Celebrity çekiştirmesi konusunda "bikotbitişört" ün üstüne de tanımıyorum. Sabah gördüm "Kırmızı Halı" yazısını ve yine kahkalara boğuldum! Annem "Ne oluyor?" diye odama geldi gülmemden, çok eğlendim. :) Eğlenmek ve stres boşaltmak için okumanızı öneririm! Bu da böyle bir tavsiye olsun. :) Blogger kardeşliği diye bir şey var sonuçta. :) Neyse, daha da uzatmadan hemen bu seneki Oscar gecesinin red carpet görünümlerine geçiyorum. Buyrunuz:








Jennifer Lawrence'ı SE-VE-Mİ-YO-RUM! Doğallığın da bir sınırı var yahu! Yani kanım almıyor şu kızı eğer böyle bir şey varsa. :D Kırmızı Halı stilini de genel olarak beğenmiyorum, "Kim giydiriyor seni kuzucuğum?" diyesim var. Çok özensiz geliyor bana. Neyse. Şimdi sevenleri üzerime çullanmasın. :) Sevmiyoruz dediysek nefret de etmiyoruz. Oyunculuğu özellikle gayet iyi. Yine straplez ve yine Dior! Tahmini en kolay kıyafet onunkiydi sanıyorum. Hep aynı çünkü! Elbise fazlasıyla sıradan bana kalırsa. Peplumların devri geçeli de yıllar oluyor. Ayrıca, "O SAÇLARINA NİYE KIYDIN?" Olmamış. Tarz olmuş tamam ama yani eski saçlarını tercih ederim. Sadece, arkadan uzanan kolyesini beğendim. Genel olarak, gecenin en sıradan isimlerinden biriydi. Bence tabi ki. :)

Lupita Nyong'o ise, sezon boyunca en stabil ve iyi giyinenlerin başındaydı bence! Her törene gayet şık ve güzel geldi. Kendine has bir tarzı olduğu açık. Prada elbisesi bence mükemmele yakın! Çok ama çok beğendim. O uçuşuçuşluk, o renk, o model! En iyi seçimlerden biriydi gecedeki. Tacı ve küpeleriyle de tamamlamış görünümünü. Çok şık ve hoş gözüküyordu bence. En beğendiklerimden biri oldu. Tebrik ediyoruzzz. :))

AH CATE! BAŞIMIN TACI, KADINIM! Bu kadın insan mı arkadaşlar? İsviçreli bilim adamlarından bu konuyu derinlemesine incelemelerini talep ediyorum! Zira, bir insan bu kadar mı asalet timsalı olur? Bu kadar mı zerafet elçisi olur? Bildiğin heykel gibi, kraliçe gibi kadın! Övgülerin sonu gelmez diyerek yoruma geçiyorum. Tabi ki yine muhteşemdi! Hiç mi kötü görünmez biri? Lupita ile birlikte, sezon boyunca en iyi giyinenlerden biri oldu. Merak edenler için; elbisesi, Armani Prive. Saçlarını da ayrıca çok beğendim. O eski zaman kadını görünümünü perçinlemiş modeliyle. En şık isimlerden biriydi sonuç olarak. :)

Angelina Jolie, uzun süredir en beğendiğim seçimiyle halıdaki yerini almış! Brad ile halıya adım attıkları an tüm ilgiyi üzerlerine çekmelerine hiç şaşırmıyoruz tabi! Elie Saab elbisesi, bence muhteşem! O pırıltılara bayıldım ve model de Angelina'nın vücuduna tam oturmuş. Saçı, makyajı ve küpeleriyle yine güzelliğini kanıtladı. :) Bu kez bir "bacak" fotoğrafı göremedik ama en şık isimlerden biri olarak hafızalara kazındı.

Kate Hudson! EN BEĞENDİĞİM İSİM OLABİLİR KENDİSİ! Zaten kendisini çok severim ve aşırı güzel bulurum ama o Atelier Versace elbisenin muhteşemliği nedir? Hayran oldum! Özellikle önden görünüşü, mükemmeldi. Yandan ayırdığı saçları ve hafif makyajıyla, gecenin en ilgi çeken isimlerinden biri oldu. Kırmızı Halı'ya en yakışan isim seçiyorum onu bu görünümle. Ayrıca, en kısa sürede sinema perdesinde izlemek istiyorum kendisini!






Olivia Wilde, en şık hamilesi oldu gecenin bence! Valentino elbisesi gayet iyi kapatmış, çok da şık. Saçı ve makyajıyla gecenin en sade isimlerinden ama yine de iyi görünüyor.

Emma Watson, çuval giyse eleştirmem. :) Kendisinin, gönlümdeki yeri bambaşka çünkü! Biricik Hermonie'miz o bizim! Son dönemde tarzını daha da oturttu gibi. Sade gibi gözüken ama aslında iddialı seçimler yapıyor. Vera Wang elbisesi çok şık ve kızımıza da pek yakışmış. Saç modelini de çok beğendim, çok doğal duruyor. En beğendiğim isimler arasında yer aldı ve en kısa sürede kendisini ödül alırken ya da en azından adayken de görmek istiyorum diyorum.

Amy Adams'ı da çok seviyorum. Hem oyunculuğunu hem sempatikliğini hem güzelliğini, her şeyini seviyorum. Ailecek beğeniyle takip ediyorum efendim. :) Lupita ve Cate ile birlikte, bu sezon her törende en şıklar arasına giren diğer bir isim bence. Çok iyi bir performansı olmasına rağmen, Cate Blanchett'ın senesine denk gelmesi büyük şanssızlık. Artık ödül sırası geldi yaniiiii. Gucci Premiere elbisesi çok şık ve özellikle rengine bayıldım. Ten rengi ve saç rengine çok yakışmış Adams'ın. Oldukça sade bir elbise ama. Golden Globe'taki muhteşemliğinden sonra, biraz şaşırdım. Yine de saçı, makyajı her şeyi ile çok zarif ve güzel gözüküyordu. :)

Anna Kendrick'e yorum yapma gereği bile duymuyorum! Aklı başındayken mi seçti bu elbiseyi bilemeyeceğim. Bildiğin yaşından iki kat büyük gözükmüş ve elbise de gayet çirkin. J.Mendel elbisesi ile bir de bacak pozu vermeye çalışmış. Ama o ancak Angelina'ya yakışır canım diyorum. :) En olmamış ismi seçtim gecenin! Aslında tatlı kızdır da neden böyle tercihler yapıyor, anlamıyorum.

June Squibb'i yemek, o tontoş yanaklarını sıkmak istiyorum izninizle. :) Yaşının kıyafeti budur dedirtti bana. Çok şık bir seçim yapmış, aşırı mı aşırı tatlı olmuş. Buraya eklemeyecektim aslında ama bu tatlılık ve hoş seçimi es geçmek olmaz dedim.









Naomi Watts, yıllar geçse de güzellik ve zarifliğinden bir şey kaybetmeyen bir isim. Çok beğeniyorum. :) Genelde de iyi seçimler yapıyor bana kalırsa. Calvin Klein elbisesine neredeyse aşık oldum! Çok ama çok şık bir elbise, Watts'a da çok yakışmış. Saçı, makyajı (özellikle ruju) ile gecenin en iyilerinden biri bence. Bu yıl oyunculuk adına pek iyi bir yıl geçirdiğini söyleyemeyiz ama bu, stiline yansımamış. :)

Jessica Biel'i görür görmez "Kocacığın nerede senin?" dedim. Justin'i de şu halıda salınırken görseydik fena mı olurdu? :) Chanel elbisesi gayet hoş. Yandan ayırdığı saçları ve hafif makyajıyla da gayet şık gözüküyor. AMA FECİ SIKICISIN CANIM, KUSURA BAKMA! Dua eti kocansız bir hiçsin demiyorum :)

Jared Leto, en şık erkeklerden biriydi! Saçlarını da toplamamış bu kez. Fazla yorumum yok. Seviyoruz, beğeniyoruz, başarılarının devamını diliyoruz. :)

Anne Hathaway...Ah ah.. Şu kıza üzüldüğüm kadar kimseye üzülmedim sanırım! Oysa ne çok severim! Yeteneklidir, gayet de güzeldir ama kendini ne hale getirdi. :( Gucci tuvaletini hiç beğenmedim açıkçası. Üst kısmı hoşuma gitmedi. Ayrıca, geçen seneki elbisesinden de hiçbir farkını göremiyorum! Saçları da artık çabucak uzasa, böyle hiç olmuyor. :( Kendini toparlamasını diliyorum en kısa sürede.

Matthew McConaughey de gecenin en şık erkeklerindendi. Ödülü de kaptı! Zaten bu yıl, izlediğimiz üç filmden birinde kendisini görüyorduk. Önü de iyice açıldı artık diye düşünüyorum. Partneriyle hoş bir görünüm içerisindeler ama o kadar. :)

Canımız, Julia'mız! Sanırsınız, içimizden biri! Bu kadına karşı hislerim aynen böyle. :) En tatlı ve sempatik insanlar listesinde başı çekiyor bence. Güzel yaş alanlardan biri ayrıca. :) Uzun zamandır en beğendiğim görüntüsü oldu Julia Roberts'ın. Givenchy elbisesi çok güzel, topladığı saçları çok yakışmış. Ödülden yana yüzü gülmese de, ben gayet beğendim ve gecenin şıklarından biri oldu bence. Ama çok da bayıldım diyemem.

Charlize Theron'u gördüğümde kısa süreli bir "akıl durması" yaşadım. Güzelliğini ve şıklığını sindirmek kolay değil, malum. BU KADAR GÜZEL OLMAK YASAKLANMALI! Zira, akıl sağlığımız için tehlikeli! Cate Blanchett ne kadar muhteşem bir asalet&zariflik taşıyorsa, Charlize de o kadar güzel ve zarif gözüküyor. Dior elbisesine bayıldım! Modeli çok hoşuma gitti ve çok iyi taşımış Theron. Ayrıca kısa saçın kendisinden daha çok yakıştığı bir kişi daha görmedim. Sade makyajıyla elbisesini daha da ortaya çıkarmış. Bayıldım kısacası ve yeni filmlerini de merakla bekliyoruz artık. Çok oldu.





Sandra Bullock da Roberts gibi, en şık görünümlerinden birindeydi o gece. Uzun süredir bu kadar beğenmemiştim. Alexander McQueen elbisesini de rengini de beğendim. Çok hoş durmuş Sandra'nın üzerinde. Ayrıca yandan bıraktığı saçları da çok modern ve doğal duruyor. Hafif de makyaj yapmış. Son yıllarda daha yaşlı gözüken seçimler yapıyordu bence. Bu kez tam olmuş. Beğendik. :) Filmiyle de kendi ödül alamasa da, en çok konuşulanlardan biri oldu.


Penelope Cruz'u kınıyorum! Bu elbise nedir? Kesinlikle kötü değil ama tam bir "düğünde gelinin annesi" modunda duruyor bence. Giambattisa Valli elbisesi hoşuma gitmedi. Topuzu da çok yaşlı göstermiş bence kendisini. O siyah kuşağımşı şeyi ise hiç beğenmedim. Olmamış isimlerden biri yani, bence.

MERYL STREEP!! CANIM BENİM, HAYATIMIN KADINI, AŞIĞIM, ÇOK SEVİYORUM! Bu kadına olan hayranlığımı anlatmaya kelimeler yetmez. :) O yüzden uzatmamak en iyisi. Son zamanlardaki en iyi seçimini yapmış o da bence. Lanvin tuvaleti ve topladığı saçları ile, çok şık gözüküyor. Elbise çok yakışmış yaşına ve kendisine. Çok beğendim. :) Adaylıklar, ödüller yetmez! GÖNÜLLERİN BİRİNCİSİ HER DAİM MERYL! :)




Kevin Spacey, gayet şık. Renk seçimi ilginç ama güzel olmuş. Farklılık katmış. Yorumum bu kadar. Zaten bir erkek en fazla nasıl farklı bir seçim yapabilir ki? (Bunun cevabı olarak son fotoğraftaki Pharrell çarpıyor gözüme!)

Jennifer Garner'ın da öyle bir uğramış hali, pek ilgimi çekmedi şahsen. Bu kez yalnız gelmiş törene. Oscar de la Renta elbisesinin alt kısmı gayet hoş ama üst kısmını hiç beğenmedim. Kesimi vs.. hoşuma gitmedi. Oldukça sıradan buldum Garner'ı ama yine de kendisini sevdiğim için, susuyorum. :)

Pharrell ise gecenin en renkli isimlerinden biriydi! Kendisinden beklediğimiz üzere. :) Kısa pantolonu ilk gördüğümdeki şaşkınlığımı zor atlattım. Şapkasız gelmesi yeterince şaşırtıcıyken, bu haliyle kısa süreli bir şok yarattı. Orjinal insanın hali başka oluyor diyerek geçiyorum. :) Ayrıca, gecede çok eğlenceli bir performansa da imza attı kendisini.





Bradley Cooper, Brad Pitt ve Leonardo DiCaprio üçlüsüne ise hiç mi hiç lafım yok! Seviyoruz kendilerini ve pek şıklar tabi ki. :) Özellikle, Brad Pitt'in ciddi anlamda yaşlanmayı durdurduğunu düşünüyorum! Benjamin Button'ı hayata geçirdi adam! Kısa saçlarıyla da ayrı bir cool ayrıca. :)

Benim yorumlarım böyle. Sonuç olarak; en beğendiğim isimler: Amy Adams, Cate Blanchett, Charlize Theron, Kate Hudson ve Lupita Nyong'o oldu. En enlerim bunlar! Gecede bana göre en olmamış isimler ise; Anna Kendrick, Anne Hathaway ve Jennifer Garner idi bence. Aşağıda sizler için de bir anket bırakıyorum. Lütfen oy kullanmayı unutmayın! Bakalım en beğenilen isimler kimlermiş? Hepinize keyifli okumalar! :) Baya da uzun bir yazı yazmışım farkında olmadan. Umarım, okurken sıkılmazsınız. Bu arada, lütfen blogun sol üst köşesindeki anketi de oylayın. Neden kimse oy vermiyor anlamıyorum. :(


 

0 yorum: