Bu Aralar Neler Dinliyorum? #5

14:28 orta boy popcorn 0 Comments

Hepinize güzel bir haftadan merhaba! Haftanın güzel olmasının en büyük nedeni, tabi ki tatilin geldi geliyor olması. Bir an önce Çarşamba olsun diye bekliyorum, bu hafta hepten tatil olsa olurmuş. Kafaca öyleyiz zaten. Yine istemediğim bir ara verdim, sebebini Facebook sayfamda açıklamıştım. Olan bitenden daha sık haberdar olmak için, blog ile aynı adda olan facebook sayfamı da beğenmeyi unutmayın. :) Bilmeyenler için, staja başladım. Aslında haftanın dört günü full gittiğim için iş bir yerde. Ona adapte olmaya çalışırken, bir de gribe yakalandım malesef. Böyle olunca yazılar kaldı haliyle. Ama artık düzenimi oturttum gibi, hastalığım da tam geçmese de geçmeye başladı. O yüzden artık normal aralıklarla yazılarımı girebilmeyi umuyorum. Bu arada, kitap aşkımı yeniden kazanmak için de çok akıcı güzel bir fantastiğe başlayacağım birkaç güne. :)

Bu ara pek bir şey okuyup-izleyemedim. Böyle olunca, en azından "Bu Aralar Neler Dinliyorum?" yazısı yazayım dedim. Çok güzel şarkılar dinliyorum çünkü bu ara. Yeni ve çok sevdiğim de birçok albüm çıktı-çıkıyor. Müzik piyasası hareketli. Tabi eski ama vazgeçilmez şarkıları da unutmadım. Ay neyse, yine çok uzattım. Bakalım ben bu aralar neler dinliyormuşum:

Ben bu aralar en çok bu şarkıları dinliyorum. Yeni şarkıların arasında birkaç eskide kalan şarkı da var. Çok beğendiğim şarkıcıları tanıtan yazılar da yazmak istiyorum aslında, öneri niteliğinde. Albüm yazılarına devam eder miyim bilmiyorum, çok zor bir iş çünkü ama diğerinde kararlıyım. Siz bu şarkıları seviyor musunuz? Önerilerinizi de bekliyorum. Eğer bu şarkıları bilmeyip de ilk kez dinliyorsanız, severseniz ne mutlu bana! Herkese çabuk haftalar, görüşürüüüz! :)

0 yorum:

The Intern

15:53 orta boy popcorn 0 Comments

Hepinize kısa bir aradan sonra tekrar merhaba! Bu aranın benden kaynaklanmadığını söyleyeyim önce. Aslında boşluklarım vardı ve yazı girebilirdim ama ülkedeki olaylar, hepimizin piskolojisi derken içimden yazmak gelmedi ve istemedim de böyle bir ortamda yazı yayınlamak. O yüzden birkaç gün beklemek istedim. Neyse, uzatmayayım. Daha güzel ve huzurlu günlerde, şevkle yazı yazıp okuyacağımız günlere diyorum! Bugün, merakla beklediğim ve dün izleyebildiğim çok sıcak bir filmden bahsedeceğim: The Intern. Sıcak, bu filmi tanıtan en iyi kelime bence. Resmen içimi ısıttı, ülke dertlerini kısa süreliğine de olsa unutmamı sağladı. Salondan sanki rahatlamış, arınmış bir şekilde çıktım.

Filmde; emekli olmuş ve eşini kaybetmiş, tek başına hayatını sürdüren ve emekliliğini elinden geldiğince verimli geçirmeye çalışan Ben adlı biri var. Ben, evde oturmaktan ve hiçbir şey yapmamaktan çok sıkılan biri. Bir işe yaramak istiyor. Dünyayı gezmiş, birçok uğraş bulmuş kendine ama yetmiyor ve bir gün bir şirketin yaşlı stajyer alımı yapacağını öğrenince, hemen başvuruyor. İşi de çok ciddiye alıyor, bir heyecan bir heyecan Ben'de. :) En güzel takımını giyip, klasik model yıllanmış iş çantasını alıp gidiyor işe. Zaten Ben karakterinde en sevdiğim şeylerden biri bu oldu. Tam bir "şövalye ruhu" var ve günümüzde artık çok az görebileceğimiz biri. Hala eski model telefon kullanıyor, çalar saat kuruyor ve mendilin yanından eksik etmiyor mesela. :) Her neyse. İşte ilk günden herkesin sevgilisi oluyor. Herkese yardımcı oluyor, gençler e taktikler veriyor, hiç boş durmuyor. Böyle olunca da onu şirketin kurucusu ve patronu olan Jues'un yanına veriyorlar. Başta Jules bu durumdan hiç hoşlanmıyor ama şirkette etkili bir görünüm yaratmak için kısa süre katlanmaya karar veriyor. Jules tam bir işkolik! Bir gün aklına gelen bir fikirle internet üzerinden kıyafet satışı yapan bir site kurmuş ve bir anda en ünlü iş kadınlarından biri haline gelmiş. İşine çok bağlı, her şeyle kendi ilgileniyor. Evine tabi ki yeterince zaman ayıramıyor ama yine de genelde izlediklerimizin aksine kocasına ve çocuğuna sevgisini elinden geldiğince gösteren biri. Kocası, işinde başarılı iken Jules'un işleri iyice büyüyünce kendi işini bırakmış ve çocukla ilgileniyor. Doğal olarak, bu da "Sorun geliyorum diyor." durumu zaten. Gerisini tahmin edersiniz. Jules karakterinde sevdiğim bir şey de şu oldu. Kesinlikle kibirli ve despot biri değil. Evet, biraz sert ve özellikle iş konusunda kurallarına çok bağlı ama yine de iş yerindeki herkesle diyalogu gayet iyi. Kimseyi küçümsemiyor. Bu tarz filmlerde genelde öyle olur, bu kez farklı olması hoşuma gitti. İş yeri de çok doğal. İçeride bisikletle dolaşıyorlar mesela. Resmi kıyafet zorunluluğu yok vs..

Anne Hataway, "The Devil Wears Prada"daki rolünün zıttı bir rolde bu kez. :) Patron rolünde ama Miranda kadar acımasız değil kesinlikle! Bu rol için düşünülebilecek en iyi isimlerden biri zaten. Şahsen onu bu tarz filmlere çok yakıştırıyorum. Hafif soft, romantik komediye çalan veya eğlenceli zaman geçirten filmlere yani.. Ayrıca onu uzun süre sonra eski uzun saçlı haliyle görmek beni çok sevindirdi. Kesinlikle hep böyle kalmalı, kısayı pek sevemedim. :) Esas adam rolündeki Robert De Niro ise, bana tekrar neden en iyisi olduğunu düşündüğümü hatırlattı. Filme gitmemdeki baş etkenlerden biriydi zaten. Son dönemde biraz "popüler" filmlerde rol alıp, çokça eleştiri aldı. Ben de hak vermiyor değilim. Bu film ise, içlerinde en iyisi kesinlikle. Oynayacaksan böyle filmlerde oyna diyorum. :) Çok iyi olmuş role. O babacan halleri, işteki heyecanı, duygu geçişlerini harika vermiş. Mimikleri konuşuyor zaten adamın, efsane yani! Tek bakış yetiyor. Hele ayna karşısında bir sahnesi var, en iyi sahnelerinden biri filmin. Şov gibi bir şey. :) Filmde önemli bir rolü olan diğer bir isim de, Rene Russo. O da ne zarif olduğunu göstermiş yine, rolünü çok iyi canlandırmış. Renk katmış. Diğer yan rollerdekiler de fena değildi. Özellikle genç stajyerler.. Sadece Jules'un kocasını pek sevemedim. Çok "robot" gibiydi yahu, duyguları vermede pek başarılı bulamadım. Neyse ki, az gözüküyordu.
Film, çok eğlenceli ayrıca. Yavan bir film değil kesinlikle. Özellikle bir yerde, baya kahkaha attım salonda. Herkes yerlere yattı. :) Hüzünlü sahnelerde var ama onları uzatmamışlar ve drama çevirmemişler. Biraz hayat gibi bir film olmuş. Ne olursa olsun, hayat devam ediyor hesabı. Karakterler gerçekçi. Filmdeki olaylar gerçekte olabilecek şeyler. Bu da seyirciye daha kolay ulaşmasını sağlamış bence filmin. İzlediğim en sıcak, sempatik filmlerden biri olmuş. Çok mutlu oldum izlerken. Bize tekrar "yaş"ın sadece bir kelime olduğunu hatırlatan bir film. Bence en önemli mesaj da buydu. Emeklilik; malesef çoğu kişinin düşündüğünün aksine, evde oturup ölümü beklemek değil. Olmamalı da. Her yaşta insan istediklerini yapabilir, yaşanan her gün yeni bir macera sonuçta. Başta zorlansa da günümüz dünyasına da çabuk uyum sağlıyor Ben karakteri. Bu da önemli. İletişime açık olmak ve kendini kapatmamak lazım. Filmdeki diğer önemli bir mesaj da sanırım tecrübenin önemiydi. " Tecrübe > Teknoloji " mesajı vardı. Sadece teknoloji değil, birçok anlamda Ben'in yaşanmışlıklarının ve iş tecrübesinin şirket ve Jules'a çok yardımı oldu.

Yönetmen, Nancy Meyers. Aynı zamanda senaryo da ona ait. Çok iyi bir iş çıkarmış bence.  Zaten yine onun yazıp yönettiği "The Holiday"i de çok sevmiştim. "İlişki Durumu Karmaşık" da ona ait. Benzer tarzda filmler yapıyor yani ama hepsi de türünde öne çıkan filmler. Bu tarzda da; bayık olmamak, sıkıcılaşmamak ve tipik konuları farklı şekillerle anlatabilmek gerçekten kolay bir iş değil bence. Binlerce aynı tür film var çünkü ve kısmen "basit film" olarak görülüyor çoğu. Meyers'in filmleri ise kendi özgünlüklerini koruyor.

Ben ile Jules'un arasında gelişen dostluğu çok sevdim. Çok tatlı oldular. :) Jules gibi bir karakteri, Ben gibi bir karakter çok iyi dengeledi. Keşke çevremde Ben gibi biri olsa dedim valla. :) Bu arada; söylemezsem olmaz, Jules'un kızını canlandıran oyuncu nasıl tatlıydı öyle! Konuşması, gözlerinin içindeki gülüş falan tam yanakları sıkılmalıktı. :) Jojo Kushner'miş adı. Anne H.'e de benziyor hafif. İyi bir cast olmuş. Jules'un mutfağındaki sabah muhabbetleri de hoş bir ayrıntıydı. Yalnız çok uzattığımı fark ettim. Ne yazmışım yine! Başladım mı, duramıyorum. 

Sonuç olarak, kesinlikle bittiğinde yüzünüzde bir tebessüm bırakacak bir film. İnternette birkaç yerde sıkıcı vs.. tarzı yorumlar okudum ama ben hiç sıkılmadım açıkçası. Böyle "olaysız" filmleri sıkıcı olmadan aktarmak da ayrı bir başarı bence. İçinizi sıcacık yapacak bir film. Can sıkıntısına birebir veya yağmurlu havalarda da iyi gidebilir. Her filmin bir "Inception" olmadığını unutmamak gerek. Tarzı, senaryosu belli bir film sonuçta. Ama kesinlikle zevk alacağınızı düşünüyorum. En kötü, çok güzel NY manzaraları görmüş olursunuz. Çekim yerleri çok hoştu. Özellikle Jules'un evi. :) IMDB sayfasına gitmek isterseniz filmin, tıklayın. İzlerseniz, yorum atın lütfen. Ya da zaten izlediyseniz. :) Bu uzun yazımı sonuna dek okursanız, ekstra teşekkürler! Bloga üye olmayı unutmayın. Sonraki yazıda görüşmek üzere! :)

0 yorum:

Cuma İzlemesi Önerisi / BEGİN AGAİN

18:46 orta boy popcorn 0 Comments

Herkese yeniden merhaba. Bu ara pek kitap okuyamadığımı söylemiştim sanıyorum. O yüzden malesef bu ara pek kitap yorumu da yapamıyorum. Okuyup yorumlamadığım çook kitap var aslında ama bazılarının ayrıntılarını unuttuğum için yazmak istemedim. Diğerlerini belki yazmaya başlayabilirim ama yakında. Her neyse. Bugün, uzun zaman önce başlattığım yeni seriye bir yazı gelsin dedim. Aslında seri değil ama bir yazı dizisi diyelim. Hazır bugün de Cuma olunca, size bu gece izleyebileceğiniz bu tatlı filmden bahsedeceğim. :)

Bu tatlı film: Begin Again. Bu filmi en iyi anlatan kelimelerden biridir bence tatlı. Çünkü çok tatlı, çok sıcak, tam böyle haftanın yorgunluğunu size unutturacak ve kafanızı boşaltacak bir film. Bence tabi. John Carney yönetmenliğinde çekilen, 2013 yapılı bir film. Küçük bütçeli -bağımsız diyebileceğimiz- bir filme göre büyük bir yankı uyandırmıştı ve çok duyulmuştu. Sevmeyen pek görmedim ama az da olsa vardır elbet. Başrollerinde Keira Knightley ve Mark Ruffalo gibi iki çok sevdiğim oyuncu var. Bu ikilinin kimyası çok iyi tutmuş, çok doğal bir ikili olmuşlar. Filmde, Dan isimli bir yapımcının uzun süredir aradığı gibi bir yetenek bulamadığını ve bu yüzden işinin çöküşe geçtiğini görüyoruz. Patronu ise daha "modern" seslere yönelmelerini istiyor. Tam bu süreçte Dan, esas kızımız Gretta ile karşılaşıyor ve uzun süre sonra tekrar o "müzik aşkı"nı içinde hissediyor. Gretta da çok yetenekli bir söz yazarı ve şarkıcı. Erkek arkadaşı Dave onun yazdığı sözlerle çok ünlü oluyor ve ister istemez kızımızı ihmal ediyor. Kendisini şöhrete kaptırıyor ve Gretta da kendi yoluna gidiyor sonunda. Tam bu sırada da Dan ile karşılaşıyor. Bu arada, erkek arkadaş rolünde Adam Levine var. Az ama önemli bir rolü var filmde ve ben gayet beğendim açıkçası. Oyunculuğu kotarmış, hiç de yabancı durmuyor. Onun sesi filmi güzelleştiren en önemli etkenlerden biri zaten. :) Hatta şunu da belirteyim: Lost Stars şarkısıyla Oscar'a da aday oldu kendisi. Gecede bir de performans sergiledi.
Daha sonra, Dan Gretta'ya bir iş teklif ediyor ve ona albüm yapmak istiyor. İkisi büyük bir hevesle işe koyuluyor ancak her şey bekledikleri gibi gitmiyor. Günümüzde müziğin gittiği baskın yönelime karşı çıkan bir ikili sonuçta onlar. İşte film boyunca da biz onların albüm aşamalarını, bir yandan da ufaktan hayatlarını görüyoruz. Çok akıcı bir film demek istemiyorum, çünkü bence değil. Ama kesinlikle birkaç yer -belki- hariç hiç sıkmıyor. Sadece biraz temposu yavaş bir film. O da bir olay değil de daha çok duygu-durum filmi olduğunu düşünürsek normal. Tabi genelde hızlı akan filmleri sevenler belki sıkılabilir ama müzikleri için bile değer bence izlemek. Filmin soundtracki zaten en iyi kısmı. Çok çok iyi, hala severek dinliyorum bazı şarkıları. Çok doğal, hayatın içinden bir film olmuş. Filmdeki manzaralar ve çekim tekniği gayet güzel. Oyunculuklar iyi ve ekip uyumlu. Yan rollerdeki isimler de uyum sağlamış hemen. Filmin sonu da şaşırtıcıydı bence. Öyle büyük bir şey olmuyor ama olan şeyi beklemiyorsunuz gidişten. Ama güzel olmuş. :) Tam bir "Cuma gecesi" filmi kısacası.
İzleyenlerin yorumlarını bekliyorum. Siz de sevdiniz mi benim gibi yoksa sıkıcı mı buldunuz? Fimdeki en sevdiğiniz şarkı ne? Bu yazı sayesinde izlerseniz de lütfen yorum bırakın. Benim bu tarz filmleri seven herkese önerebileceğim, sıcak bir film. IMDB sayfasına gitmek isteyenler, tıklasın. Aslında bu yazıyı daha önce yazmayı amaçlamıştım ama ne yazacağımı bilmiyordum. Bu filmi anlatmak istediğimde de, Cuma önerisi olması için bugünü bekledim. Umarım, keyifle okumuşsunuzdur. Filmdeki en sevdiğim iki şarkıyı da aşağı ekliyorum, filmi izlemeseniz bile şu şarkıları bir dinleyin lütfen. Bloga üye olmayı ve sosyal medyalardan da takip etmeyi unutmayın! En kısa zamanda yeni yazılarla görüşmek üzere! :)

0 yorum:

Inside Out / Ters Yüz - Yorum

16:34 orta boy popcorn 0 Comments

Herkese yeni bir yazıdan merhaba! Bu ara evde olduğum için sık yazabiliyorum ki çok sevindirici bir gelişme benim için. Bu ara madem pek kitap okuyamıyorum, ben de son aylarda izleyip yorumlamadıklarımı yorumlarım o zaman diye düşündüm. Eskiden okuyup -blog öncesi hatta- yazılarını yazmadığım kitapları da yazmak istiyorum aslında. Neyse. Bugün, yakında daha da sık adını duyacağımızı düşündüğüm bir filmden bahsetmek istiyorum: Inside Out. Bizdeki adıyla: Ters Yüz. Neden adını yakında daha sık duyacağız? Çünkü, ödül sezonu açıldı sayılır. Oscar dönemi geliyor ve ben bu filmin kesinlikle şansının çok yüsek olduğuunu düşünüyorum. Birçok ödül töreninden eli dolu dönecek bence. Film, Disney Pixar yapımı. Pixar deyince bende akan sular duruyor zaten. Kesinlikle çok beğendiğim bir şirket ve animasyon kategorisinde bir dev bana göre. Oyuncak Hikayesi, İnanılmaz Aile, Bir Böceğin Yaşamı, Yukarı Bak gibi bayıldığım filmleri bünyesinde barındıran bir şirket. Son dönemde biraz duraklama devrine girmiş gibiydi ama bu yıl bomba gibi döndü diyebiliriz. Çok iddialı oldukları Inside Out dışında, The Good Dinosaur da yakında vizyonda olacak ve o da fragmanına bakılırsa oldukça iyi gözüküyor. Her neyse, lafı baya uzattım sanırım. Biraz filmden bahsetsem iyi olacak. :)
Inside Out, gerçekten izlediğim filmerden çok farklı bir film. Konusuyla hepsinden sıyrılıyor bir kere. Animasyon olarak harika bir fikir olmuş bence, çok yaratıcı. Hepimiz üzülüyoruz, seviyoruz, gülüyoruz, kızıyoruz. Peki bu neye göre ve ne zaman oluyor? İşte film, tam da bunu anlatıyor. İçimizde, tüm bu duyguları temsil eden birilerinin yaşadığını hayal edin ve aslında sizin yaptığınızı sandığınız çoğu şeyi onların komutuyla yaptığınızı düşünün. Oldukça ilginç bir düşünce. Konu insanı baştan yakalıyor bence. Öfke, mutluluk, hüzün gibi kimlikler verilmiş bu canlılara. Biraz Şirinler'i anımsattı bana bu açıdan. Ve bu canlıların tüm görevi, kendi görevlerini yapıp gerektiği anda gerekli duyguları içlerinde bulundukları insanlara yaşatmak. En temel amaç, kişilerin huzurlu olması tabi. :) Neşe, içlerinde en çok sözü geçeni ve insanların mutlu olması için elinden geleni yapan biri. Bayıldım bu karaktere. Amy Poehler da harika seslendirmiş karakteri.

Daha ayrıntıya girecek bir şey yok aslında. Filmde, doğumundan itibaren bir çocuğun büyüme hikayesi ve içindeki duyguların çatışmaları aktarılmış. İçeride olan karmaşık olayların dışarıyı nasıl etkilediği. Çok renkli bir film, özellikle görsel açıdan ef-sa-ne! O karakterlerin çizimleri bence çok güzel bir kere, hepsinin ayrı orjinalliği var. Filmin görselliği de aynı şekilde harika. İzlerken bambaşka bir diyarın kapısı açılıyor sanki. Duyguların yaşam alanı çok güzel gösterilmiş. Riley (içlerinde oldukları çocuk) ve ailesi de çok güzel yapılmış. Baba tam bir Türk babası tipinde hatta. :) Aileyi de sık görüyoruz ama duygular daha ön planda haliyle, esas konumuz onlar çünkü.
Film çok eğlenceliydi. Özellikle ilk yarısı baya komikti bana kalırsa. Çok güldüğüm yerler oldu, filmin genelinde sırıtıyordum zaten. :) Replikler çok ama çok iyiydi! Harika yazılmışlar, çok orjinal birkaç cümle vardı. Aman aman bir konusu yok belki filmin ama hiç sıkmıyor, aksine eğlendiriyor ve insanın içini ısıtıyor. Yalnız yalan söylemeyeyim, filmin ikinci yarısında bir ara gerçekten feci sıkıldım. İtiraf ediyorum. Joy'un yolunu kaybettikten sonra geri dönüş yolunu bulma kısımları bana biraz uzatılmış gibi geldi ve sıkıcı buldum. Çok uzun sürmedi bu durum ama bir ara baya yavaş aktı film ve uykumu getirdi. Keşke bu hiç olmasaydı. Neyse ki, sonra güzel toparladı.

Film 3D idi. Fena değildi kalitesi ama çok fazla da bir şey vardı diyemem. Her 3D filmde aynı şeyi söyler oldum zaten son dönemde. Bu işi hakkıyla yapmayacaklarsa, hiç yapmasalar keşke. Baş ağrısı sebebi. Tam yaz mevsimine uygun bir film olmuş. Ama kışın da ne zaman canınız sıkkın olsa ve kafanızı boşaltıp hiçbir şey düşünmek istemeseniz, bu filmi izleyebilirsiniz. Pixar'ın en iyi işlerinden biri olmuş, fikir çok iyi bir kere. Yer yer duygulandığım bile oldu, animasyon deyip geçmeyin yani. Gerçekten konusu gibi her duyguyu yaşatıyor size de ama en çok gülüyorsunuz. Özellikle Öfke çok çok iyiydi! Harika çizilmiş ve replikleri süper! Favori karakterim oldu.

Kısacası, hepinize tavsiye edebileceğim eğlenceli bir film. İzleyenlerin yorumlarını bekliyorum. Bu sene animasyon dalında birçok ödülü alacağına da inanıyorum. Filmin IMDB sayfasına gitmek isteyenler, tıklasın. Umarım herkesin haftası çok güzel geçiyordur. Sonraki yazıda görüşmek üzere! :)

Puanım: 4/5 

0 yorum: